29 Ekim 2008 Çarşamba

Çok Kişi...


29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN...
ÇOK KİŞİYİZ ATAM, HEM DE ÇOK KİŞİ...


Devamını okuyun...(Read more...)>>

"Çağırın, Gelelim."


Sıcacık bir merhaba... Ve geçmiş olsun hepimize.

Kaldığımız yerden devam...

İtalya yolculuğunun son iki günü kalmışken bir süre ara verip, bizden bazı haberler vermek istiyorum.

"Pasta Atolyesi" programı TV8'de yayınlandığı sırada bazı gelen maillerden dolayı, program bitiminde yeni bir oluşum doğdu. Özellikle İstanbul dışında olan, bu işi seven daha doğrusu gönülveren fakat imkanlar dahilinde eğitim alamayan ve malzeme bulamayan pastaseverler için Hanimis olarak tanıdığımız Işıl ile bir araya (Bu arada yanımızdaki meleği de unutmadık.) gelerek bir proje çıkardık. "Çağırın, Gelelim" sloganı ile yola çıkarak Anadolu' ya bu eğitimi taşıyarak bu işi sevenlerle ortak paydada buluşmak istiyoruz. İlki 09 Kasım 2008 tarihinde Eskişehir'de gerçekleşecek olan "Temel Pastacılık ve Şeker Hamuru Eğitimi" hazırlıkları tamamlanma aşamasında. Bu konu ile ilgili olarak http://www.pastaatolyesi.net/ adresinden gerekli bilgilere bulaşabilir, bültene üye olabilir veya şehrinizde bu eğitim verilmesini istiyorsanız iletişim formunu doldurarak bize ulaşabilirsiniz. Aynı zamanada Facebook'ta "Pasta Atölyesi" adı ile bir grup kurduk. Bu gruba üye olarak da; gezi notlarımızdan, tasarımlardan, videolarımıza haberdar olabilirsiniz.

Eskişehir'de verilecek eğitim ile ilgili olarak biraz detay vermek gerekirse; "Petek Pastanesi" 'nin özel mutfağında yapılan olan başlangıç seviyesi olan "Temel Pastacılık ve Şeker Hamuru Eğitimi", minimum 6, makimum 8 kişilik olacaktır. Katılımcılar yanlarında herhangi bir malzeme getirmeyecekler, gerekli olacak bütün ekipmanlar bizim tarafımızdan (şapka ve önlük dahil) karşılanacaktır. Bir günlük olarak verilecek eğitimde aşağıdaki konu başlıklarının uygulamaları gerçekleştirilecek, merak edilen sorulara elimizden geldiği kadar cevap vermeye çalışacak, tarifleri ve ipuçlarını paylaşacağız.


Ders Programı:
1. Kısım:Sünger Kek hakkında bilgilendirme, sünger kek yapımı.
Pastacılıkta kullanılan kremalar hakkında bilgilendirme.
Ganaş hazırlanması, kekin katmanlandırılması, kremalanması ve sıvanması.

2.Kısım:Şeker hamuru hakında bilgilendirme, şeker hamuru hazırlanması.
Temel tekniklerin gösterilmesi, pastanın şeker hamuru ile kaplanması.
Öğretilen teknikler çerçevesinde pastanın dekore edilmesi.

Kayıt ve daha detaylı bilgi için başvuracağınız telefon numaraları ve email bilgileri http://www.pastaatolyesi.net/ iletişim kısmında yer almaktadır.
Önemli Notlar:
1.Ders kontenjanı dolduğu takdirde; yeni kayıtlar için ilerleyen terihlerde ders açılacaktır. Bu tarih "Pasta Atölyesi" tarafından belirlenecek ve internet adresinden duyuracaktır.
2. 18 Kasım 2008 tarihinde Adana'da verilecek olan "Temel Pastacılık ve Şeker Hamuru Eğitimi" 'nin kayıtları alınmaya başlanmıştır.
Son söz: Hakkımızda ve hakkınızda hayırlısı olsun...
Sevgiler...


Devamını okuyun...(Read more...)>>

27 Ekim 2008 Pazartesi

Bomboş...

Haftasonu ve pek tabii ki hala devam eden, benden kaynaklanan keyifsizlik dorukta. Paylaşılacak güzel haberlerin yanısıra, hazırlanan tarifler ve fotoğraflar. Peki ne yapacağım veya ne yapacağız? Siteyi başka bir yere taşımak istemiyorum. Açıkcası burası benim hak bölgem, onu geri almak için savaşmak durumundayım. Kınama gruplarına girmek, logo yayınlamak mutlaka olumlu yönde etkisi olacaktır ama ben daha somut birşeyler istiyorum. Özellikle kapanma nedeninin LİGTV'yi korsan olarak yayınlayan bloglardan dolayı olduğunu öğrendiğim andan beri beynimdeki gri hücreler zıplamaya başladı. Şu anda gelinen nokta: "3.şahıs" olarak "Kendi bloguma erişemiyorum, kullanma hakkım kayboluyor." şeklinde dava açmak. Tabi bir de işin maddi boyutu var. O kısmı araştırma halinde... Peçete'yi başka adrese taşımadan önce elimden ve elimizden ne gelebildiğini öğrenmek istiyorum. Bu arada farklı farklı yerlerden sitelere giriş yapılabiliniyor. Güvenirlilik açısından emin olamıyorum. Gelen yorumları yayınlamak konusunda da başarılı olamadım. Direkt olarak kopyalayıp buraya yerleştireceğim.

Efe sent you a message. --------------------
Subject: Bu günleride gördük Sevgili Ayşem, Dün akşam peçeteden notlara girmeye çalışırken bir de ne göreyim?Mahkeme kararıyla blogglar kapatılmış.Ay valla inanamadım gözlerime.Bütün o blogg sahiplerin emekleri havaya uçtu.Hiç bir şeyde anlamadım.Niye yemek bloggları kapatılır aklım almıyor.umarım tekrar açılır yoksa o kadar emeğe yazık olucak.(hem bloggların sahiplerine hemde benim gibi siteler arası mekik dokuyanlara)İnternette antisansür.com diye bir site var.O siteden program indirince bütün sansürlenen sitelere girilebiliyomuş.Bu akşam onu denicem.Ne yapalım başka çare bırakmıyolar.Bu arada ben anfora81 rumuzuyla yazan kişiyim.Sana daha önce yine msj yollamıştım.Adım Senem.Bu facebooktaki ad benim değil.Başkasının kaydını kullanıyorum.kendim üye olana kadar bunu kullanıcam.Senin blogg açılmadığı için hotmailini hatırlamıyorum.Bu sebepten buradan msj atıyorum sana.Bütün yemek blogglarını geri istiyorum.sevgiler......

Adsız "Son Dakika... Sabaha Karşı 04.30..." kaydınıza yeni bir yorum yaptı:
Bende bir blog takipçisi olarak aynı şoku yaşadım sevgili Ayşem.
Senin yönteminle bloglara ulaşıp kimler ne tepki vermiş diye bir bakınıyorum, yasakla ilgili ilk yaziya da senin blogunda rastladım.
Eminim yakında herkes bu yolla erişimi sağlayacaktır.
Bu çağda , böyle kısır bir bakış açısıyla , böyle anlamsız yasaklamalarla özgürlükleri kısıtlayacağını zannedenlere sadece acıyorum. Lütfen sizler yazmaktan vazgeçmeyiin. Biz yazdıklarınıza ulaşmanın bir yolunu mutlaka buluruz .
Sevgiler
Nüket Şenyüz

Berceste "Son Dakika... Sabaha Karşı 04.30..." kaydınıza yeni bir yorum yaptı:
Hayır en sinirlendiğim şey de sanki suçlu bizmişsiz! Deseler ki, şu sebeple Blogger ve ona bağlı siteler kapandı gene anlamaya çalışacağım. Ama bu hasta dal yerine ağacı kesmek gibi birşey. Dava edilip suçlu bulunan derneklerin bile web siteleri faaliyette iken, bilgi alacağımız, bilgi paylaşacağımız, iki kelam konuşacağımız yeri neden elimizden alıyorlar, üstelik habersiz! Ne yaptım ya ben diye kalakalıyor insan!

asya yusof "Son Dakika... Sabaha Karşı 04.30..." kaydınıza yeni bir yorum yaptı:
Ne ozgurlugu?? birde avrupa birligine girmeye calsiyorlar bu sekidle ozgurlukleri kisitlarsalar cok girer ler:( cok kizmisim bende ayni hasarla uzun sure ayagikalkamadim uzun sure ..
benim sitemede uzun sure girisler yasaklanmisti okdaracok gelenim varken birden gunde 10 kisiye dustu trafigim.. ben cok uzulmustum simdide sizlere yapildi bu haksizlik bunu birsekilde turkiyedeki blokcular protesto edecekler eminim..

Zehra "Son Dakika... Sabaha Karşı 04.30..." kaydınıza yeni bir yorum yaptı:
Ya Ayşemciğim...al benden de o kadar, benim gibi yurtdışında olanlar sanırım bunu fark etmediler, ama inanılmaz bir durum.Bu memleketi ben bazen çözemiyorum inanki...Nasıl bir demokrasidir, nasıl bir yaptırımdır bu.Neden bu güzel ülkemde herşey yasaklanarak çözülmeye çalışılıyor,inan öok üzgünüm...inşallah bir an önce çözüme ulaşır.
zehra


Sanki dünya üzerine bomba düşmüş, kimin yaşadığı belli değil... Elimde sinyal gönderen bir alet, kim var kim yok bulmaya çalışıyorum.

Dino'ya mektup:
Senin okuduğunu biliyorum ve beni anlamaya çalıştığını da... Yaklaşık 2 yıldır ailemizle beraber olan bu siteyi kaybetmek istemiyorum veya elimden alınmasını. Hani derler ya; bu dünyada benden geriye ne kaldı? Durumu abarttığımı düşünebilirsin. Bu sitenin yayından kalkmasına sen, ben karar verebiliriz. Başkasının bu kararı vermesi ve uygulamaya koyması anlamsız. Sadece hakkım olanı istiyorum...


Devamını okuyun...(Read more...)>>

20 Ekim 2008 Pazartesi

Siena'ya Bir Gün Yetmez...

O Günün gecesi:
"Siena'ya bir gün yetmez"... Gece otele döndüğümüzde sessiz konuşmamızın tek cümlesi buydu...

O Gün:
Sabah erkenden uyandık. Yapılan kahvaltıdan sonra Tomtom'a adresi girdik. Hedef: Siena... Gene paralı yol mesajı ve gene pek tabii ki "Hayır" cevabı. Çıktık yola. Köylerin içinden ilerlerken ve bir kaç tepe geçtikten sonra karşımızda bir yol ayrımı ve tabelalar. Tomtom der ki: "Sağa dön, Now". Tabela der ki:" Siena solda"... İşte Tomtom'un kumam olduğu an. Ben çığlık çığlığa "Sola dönmemiz lazım" derken, Dino "Ama Tomtom sağ diyor" der ve sağa dönüş yapar. Benden cevap: " Tomtom ile bir ömür boyu mutluluklar dilerim." Sonra ilerleyen dakikalarda Dino'nun en kaba tabiriyle beni dağa kaldırdığını anladım. Ev yok, köy yok... Gidiyoruz bir elamete... Bir tepenin başında ev gördüğümde "Resim çekmem lazım" diyerek kendimi arabadan dışarı attım. Karşımda taştan ev ve göz alabildiğince orman vardı. Bütün gezimiz yolunca gördüğüm evlerin büyük kısmı bu tarz ve genellikle tepelerde yer alıyordu. Bu insanlar kışın ne yaparlar diye düşünmekten kendimi alamadım.

Bu moladan yaklaşık 1 saat sonra Siena'ya ulaştık. Elimizdeki tek bilgi Siena'da meydan olarak bilinen "Piazza Del Campo"... Araba ile giremiyorsunuz. Olmayan İngilizce ve İtalyanca ile arabayı park edebileceğimiz bir yer bulup, fotoğraf makinası ve sırt çantası ile başladık meydana doğru yürümeye... 3 tepe üzerine kurulmuş Siena'nın tarihi 12yy. başlarına dayanıyor. Dişi kurt tarafından ormanda bulunan ve emzirilerek büyütülen ikiz erkek çocuğun şehri olarak bahsi geçiyor. Floransa ile çok sıkı çekişmeleri ve savaşları olmuş. 1859 yılında Toskana bölgesi içinde İtalya Krallığına katılmış. Gideceğimiz meydan oldukça önemli bir yer. Midye kabuğu şeklinde tasarımı, en yüksek saat ve çan kulesi ile oldukça meşhur.















Her yıl Temmuz 2'si ve Ağustos 16'sı arasında bu meydan tamamen kapatılıp, "The Palio" adı verilen at yarışları düzenlenmekte. Çevredeki cafelerin masaları kaldırılmakta ve seyirciler için localar hazırlanmakta. Localarda ve göbek kısmı diyebileceğim meydanda insanlar yapılacak olan at yarışını seyredabiliyorlar.

Kaynak: www.aboutsiena.com

İnanılmaz kalabalık oluyormuş. Meydanın keyfini çıkarmak isteyenlerin bu tarih dışında gelmeleri şiddetle tavsiye ediliyor. Ve en sonunda dar sokaklardan geçerek bu meşhur meydana ulaştık. Midye şeklinde hafif eğimli. Hava güneşli. Cafelerde oturanlar, meydanın taşlarında gazete,dergi okuyup, güneşlenenler. Yol yorgunluğu ile attık kendimizi. Direkt taş zeminin üstüne bağdaş kurduk. Ordaki insan kalabalığı içinde gürültüsüz ortamın farkına vardık. Kalabalık ama rahatsızlık vermiyor. Çok keyifli. Karşımızda çan kulesi inanılmaz yüksekliği ile duruyor. O kulenin tepesine çıkanları gördük. Buraya kadar geldik. Çıkmak lazım. Toparlandık ve kuleye doğru yöneldik. İçeri girdik. Kuleye çıkmak için 7euro ödeniyor. Dino girdi ve 2 saniye sonra çıktı. " Ben çıkmam" dedi. Anlamadım. "İstersen sen çık" sohbetinden sonra açıkcası benim de gözüm yemedi. Nedenini bir sonraki çıktığımız ve yüksekliği daha az olan kulede anladım. Merdivenler oldukça dar. Çıkmak için inen grubu beklemek durumundasınız. Ve sürekli dönerek yukarı çıkıyorsunuz. Hem yüksek hem dar... Bizi biraz aşar.




Tekrar meydana döndük ve bir yemek molası. Burda yemek konusunda iki farklı çözüm var. Yiyecek -ki genelde pizza dilimleri oluyor, sokak aralarından içecek ile birlikte tedarik edilip, meydanda piknik havasında yenebilir veya çevredeki cafelerde klasik menü ile bu ihtiyaç giderebilinir. Birinci seçenek açıkcası daha ekonomik ve lezzetli. Benim yemek merakım yüzünden oturduğumuz cafede bir adet lazanya ve bir adet karides salatasına müşerref olduk. Porsiyonlar büyük. Lezzet ise pek öyle ahım şahım gelmedi.

Yemekler bittikten sonra kendimizi gene ara sokaklara attık. Hem ara sokakları gezdik hem de Siena'da ikinci hedefimiz olan "The Cathedral" doğru yürüdük. Yapımı yaklaşık 200 yıl süren bu katedral tamamen Siena ve Floransa arasındaki çekişmeden doğmuş.
















Floransa'daki katedralden daha büyük olması istenen bu katedral özellikle cam işçiliği ile ön plana çıkıyor. İçindeki yer mozaik çalışmaları ve duvarlardaki tabloları gördüğümde nefesim kesildi. Biraz daha detaylı baktığımda gülümsedim. Karşımda "Osmanlı" duruyordu.

Katedralden çıkıp, yakınında bulunan ve çıkacağımız kulelerin ilkine yöneldik. Kuleden ziyade yüksek bir tak şeklinde idi. Gene dar ve dönerek çıkan merdivenler... Kendime ayıp olmasın diye "Ya Allah" şeklinde düştüm öne, Dino arkamdan "Yüksek değil mi?" soruları ile geliyordu. Başardık, tepedeydik. Hafif bir başdönmesi ile hemen oturduk. Şehir ayaklarımızın altındaydı. Muhteşem bir manzara ve daha detaylı inceleme. Çatılarda uydu anteni yok, sonradan öğrendik ki klimada kullanmıyorlarmış. Daha doğrusu yasakmış. Şehrin dokusunu korumak için alınan bir önlem. İçim acıdı. Ülkemizden daha güzel değil veya daha zengin değiller. Bakış açıları farklı. Veya gelir kaynağının ne olduğunu çok iyi çözmüşler...
















Kuleden indik ve tekrar ara sokaklardan meydana döndük. Ara sokaklarda ben bu sefer biraz dağıldım. Dukkanların küçüklüğü ve tasarımları çok hoşuma gitti. Genelde yiyecek ve giyim üzerine dukkanlar var. Tam bunları konuşurken bir dukkanın önünde aniden durdum. Dino " Ne gördün, Ne oluyor??" derken, "Mum" diyerek dukkana daldım. Farklı tasarım diye ben buna derim. O güzel, bu güzel derken hatun kişi başladı İngilizce anlatmaya. Bütün işlemleri açıkladı. Hani zamanı olsa gösterecek. Ben Türkçe çığlık atarken, sanki anlamış gibi gülüyordu. En sonunda bir çift mum almayı başardık. Kullanmaya kıyabilecek miyim diye düşünmekteyim.

Zor bela ve sürükleyerek beni dukkandan çıkardıktan sonra ikimizde hayır diyemiyeceği bir dukkan ve yiyecek. Dondurma... Külahları ve çeşitleri ile bu sefer ikimizde cama yapıştık. Sipariş vereceğiz ama kalabalıktan sıra gelmiyor. Adamla göze göze geldim ve Dino'yu gösterdim. Dino hemen atladı ve siparişi verdi. Dondurmalar geldi, fotoğraflar çekildi. hayatımda yediğim "Atatürk Orman Çiftliği " dondurmasından sonra en güzel dondurmayı yaladım, yuttum.


Artık ayaklar ve mide iflas etmenin eşiğindeyken son bir hamle kaldı. "Cantucci"... Aldık ve yedik. Bademli Biscotti... İstanbul'da yediğim biscottiden farkı, kumlu olması. Ne sert, ne de yumuşak. Bu arada vitrinlerde gördüğüm ama Dino'nun isyanlarından dolayı tadamadığım bir tatlı daha var. Eğer görüp ve tadına bakıp, bilen var bana ne olduğu konusunda mesaj atsın. Merak bu, rüyalarıma bile girdi.

Akşam üzeri, saat 18.00 suları. Cafedeyiz. Ben de espresso, Dino' da cappucino... Son kare fotoğraf... Dönüş gene paralı yol... Otel'e dönüş ve yarının planı: LUCCA...


Peçete'nin Notu: Hala şarap içilmedi ve peynir yenmedi. Acaba "Biz İtalya'da değil miyiz?" kuşkusu!!!


Devamını okuyun...(Read more...)>>

15 Ekim 2008 Çarşamba

Yolculuk Başlasın...

Çarşamba gecesi saat 04.00 civarında yolculuk başladı. Heyecan ile uçak korkusu arasında, hangisini seçsem şeklinde kararsız kalırken, aklımın bir tarafında da Bebi vardı. Onu dadısına ve aile büyüklerine emanet bırakarak bu yolculuğa çıkıyorduk. İlk ayrılık, zorlu ve biraz da gözyaşı damlası ile beraber geldi. 2,5 yaşındaki küçük adama durumu anlattığımızda, ağzından sadece "tamam" kelimesi çıktı. İnanılmazdı. Sonradan öğrendik ki gerçekten de olayı kabul etmiş ve bizi 4 gün boyunca hiç aramamış. Tam küçük dev adam yani... Yolculuğa devam...
İstanbul'dan Roma'ya, ordan da Pisa'ya uçtuk. Uçak ile ilgili aşamadığım korkumu ısrarla aşmayacağıma karar verdim. Pisa'ya indiğimizde hava güneşli ve sıcaktı. Sanırım en iyi tarihte ordaymışız. Elimizde sırt çantası ve fotoğraf makinası dışında ne harita, ne sözlük... Sanki komşuya gidiyoruz. Bu durumda bir adet araba kiralandı. İşler biraz daha kolaylaşacak. Teknolojinin ilerlemesinden faydalananarak arabanın yanında bir de navigasyon aleti "Tomtom" verildi. İşe yarayacak mı diye düşünürken, bir baktım benim kumam olmuş çıkmış. Eğer elinizde gideceğiniz yerin adresi varsa bu cihaza adresi giriyorsunuz, size en optimum yolu çıkarıveriyor. Siz yolda iken ekrandan gideceğiniz yolu, dönüşleri, trafik kontrollerini ok ve sinyaller ile gayet güzel açıklıyor. Arada bir de saçmalıyor ve bizi havada giderken daha doğrusu uçarken gösteriyor. 2. günü kendilerini kumam ilan ettim. Açıklaması yakında...
Neyse otelin adresini girdik. Siftah; adresi bulamadı. En yakın yeri girdik. "Paralı yoldan gitmek ister misiniz?" dedi. Yok, biz etliye sütlüye karışmadan bilinen yollardan gidelim dedik. Bu arada menü Türkçe, seslendirme Türkçe-İngilizce. Örnek: "Sağa dön, NOW". İlerleyen günlerde kendimizi bu alette konuşur bulduk. Neyse düştük yollara. Trafik kurallarına uyalım derken, bir baktık herkes bizi geçiyor. Yine de tedbiri elden bırakmamak lazım. Genelde 90km hızla, arada bir Tomtom sesi ile inanılmaz güzel yollardan geçtik. Yollar, Karadeniz yolları gibi... Evler ise taştan ve bahçeli... Köylerin içinden geçtik. Taa ki karnımızdan sesler gelinceye kadar devam ettik. Bu kısmı biraz ayrıntılı anlatacağım. Tek şeritli bir yol, bir taraf dağ, bir taraf nehir. Köy yok, kasaba yok, yani yaşam belirtisi yok. Ve bu yolda 2 adet dukkan yanyana. Dukkanlardan bir tanesi pizzacı, diğeri solaryum, pedikür, manikür salonu... Önünde durduk. Ben bönbön bakarken, Dino pizzacıya daldı. Çıktı ve dukkanı gördü. "Haydaaa" şeklinde gülmeye başladık. Toplam yarım saatlik kalış süremizde müşteriler girdi, çıktı. Demek ki iş yapıyor dedik. Bunları konuşurken pizzalar geldi. İtiraf etmek gerekirse pizza tam pizza idi. İnce hamur ve büyük. Türkiye'de yapılan pizzalardan farklı ve inanılmaz lezzetli. Lahmucun hamuru inceliğinde ama hafif sert ve üzerindeki malzeme az. 8 dilimlik koca bir pizzayı tek başınıza gayet rahat yiyebiliyorsunuz. İçecek olarak bildiğimiz içeçeklerin yanı sıra 2 çeşit su var. Biri bizim normal içtiğimiz su, diğeri İtalyanların "Gazlı" dediği soda benzeri su. Su isterken bunu belirtmekte fayda var derim. Pizzalar bitti. Yola devam...

Bir sağa bir sola bakarak giderken karşımıza taştan bir köprü çıktı. Hadi bakalım şeklinde arabayı park ettik ve köprüye tırmandık. Tırmandık diyorum çünkü köprünün bizim olduğumuz taraf oldukça dikti. En tepede manzaraya bakarken Dino, bu gezide oldukça sık kullanacağı cümle olan " Oldukça yüksek değil mi? Çıkmasa mıydık?" dedi.









İşte o zaman yüksekliği fark ettim. Orjinal adı, Ponte della Magdanela ( Magdalena Köprüsü) olan 14yy. kalma köprü , çevre halk tarafından Ponte del Diavolo olarak adlandırılıyor. Türçesi, Şeytan'ın Köprüsü... İnanışa göre Şeytan bu köprüyü bir gece de yapmış. Sanırım yüksekliğinden dolayı böyle bir söylenti var. Bu yüksekliği yaşadıktan sonra otele ulaşmak için gene arabamıza bindik. Tomtom kafasına göre bize birşeyler söylerken, biz Dino'nun bilgisayardan çıkardığı otel haritası ile cebeleştik. Ve en sonunda başardık. Otele girdik. Odaya çıktık ve manzara karşısında açık söylüyorum kendimden geçtim. Temiz hava ile balkon kapısı açık manzaraya karşı uyuyakaldım. Dino ise otel çalışanları ile muhabbet halinde, odaya havlu bulmaya çalışıyordu.


Saat 18.00 civarında hafif bir toparlanma ile en yakın yer olan ve elimizdeki bilgiler doğrultusunda tekstil üretimi ile meşhur kent ve 12yy. kurulmuş olan Prato'ya yola çıktık. Ulaştığımızda saat 20.00 idi. Hava karardığı için meydan dışında herhangi bir yeri gezemedik. Sadece meydana yakın bir yerde Castello dell'Imperatore (İmparator Kalesi) dışardan fotoğrafını çekebildim. Yemek için bir yer aradık ama çoğu dukkan ve resturant o saat itibariyle kapalı idi. Cafe 21 diye bir küçük bir yer bulduk. Ama yemek yok, sadece aperatif tarzında bir tabak getirdiler. Şimdi burdaki bir sorun şu. Sosis ve salamların hangisinin domuz etinden olduğunu anlamak zor. Çalışanların ingilizceleri yeterli olmadığı için olay tamamen siz de bitiyor. Koklayarak ne olduğu anlamaya çalıştık. İçlerinden sunum fikri olarak en hoşuma giden dana salamına sarılmış, tuzlu çubuklar oldu. Hafif ısıtılarak servis yapılıyor. Ve İtalya'da ki ilk espresso. Kahveci biri olarak diyorum, işte budur. Koku, tad.. Tek kelime ile muhteşem. Daha sonra gördüm ki yerlere ve markalara göre bu tad değişiyor. O gece içtiğim gibi bir lezzet diğerlerinde bulamadım. Gidene tavsiye olunur... Prato'ya gidenlerin mutlaka "Cantucci" yemeleri ve yanında hafif tatlı bir şarap olan ve tatlıların yanında ikram edilen "Vin Santo" içmeleri tavsiye ediliyor. Biz ikisine de nail olamadık. Yemek yediğimiz yerde Biscotti olarak bilenen ve Toscana stili bu biskuviyi yapmadıklarını söylediler.


Dönüşte bu sefer tercihimiz paralı yol oldu. 2 saatte gittiğimiz yolu, 45 dakikada dönmüş olduk. Bizdeki sistemin aynısı, Ogs ve Kgs var. İsterseniz bilet alıp, ödeme de yapabiliyorsunuz. Otele ulaştık ve annemlerin tabiriyle "Yattığımız yeri bilemedik." Yatmadan önce ertesi günü için plan yapıldı. Hedef: SIENA...


Devamını okuyun...(Read more...)>>

13 Ekim 2008 Pazartesi

Taşlı Yüzük veya Toscana'da 4 Gün...

Bana hiç bu soru sorulmadı, daha doğrusu seçme şansı tanınmadı. Beni benden iyi tanıdığını düşündüğüm için sanırım. Ve yolculuğun 2. gününde bahsi geçtiğinde sadece gülümsedim. "Dursana, fotoğraf çekeceğim yaaa..." şeklinde çekilen 599 fotoğrafa, " Peynirrr...." çığlıklarına, Outlet araştırmalarına, "Tuvaletim geldi, sen sorsana!" yakarışlarına, "Tomtom'a ne bakıyorsun?!" azarlamalarına da o gülümsedi...
Dino, senin tahmin ettiğinden de çok...


Geldik...


Devamını okuyun...(Read more...)>>

7 Ekim 2008 Salı

Çikolatalı Çatlak Kurabiye Ve Notlar...

10 günlük yolculuktan döndük. İstanbul'u sevsem de -ki bu sevginin nedense hep karşılıksız olduğunu düşünmekteyim, uzaklaşmak ve aile ile beraber olmak bana sakinleştirici etkisi yapmakta. Babaannemlerinde İzmir'e taşınmasıyla bütün aile camiasını yavaş yavaş o bölgelere yerleştirmeye başladık. Kayınvalideler Didim'de, annemler Marmaris'te, Babaanneler İzmir'de... Dino her seferinde "Darısı bizim başımıza" dese de, bu duaların kabul sürelerinin geçerliliği konusunda bende ciddi kuşkular oluşmakta. Bir şekilde acelemizin olmadığını , emeklilik döneminin oralarda yaşanacağını biliyorum. Ama ben yine de buzdolabının üzerine İzmir kartpostalı koydum, yanına da hayattan istediklerimi sıraladım. Şimdi bir taraftandan kurabiyeleri hazırlarken bir taraftan da onlara bakıyorum. Ve içimden kocaman bir "EVET" diyorum.


Kurabiyeler geçmeden, yolculuktan yanımızda getirdiklerimize bakalım. Bana göre ayrıcalığı hakeden ve keyiflendirenlerden bir tanesi Pınar ile tanışmamdı. Didim'de bir çocuk kıyafetleri satan dukkanda haldur huldur Zeyno'ya birşeyler ararken (Bebi'ye birşeyler bulma görevini Annem üstlenmişti.) yanımda bir ses: "Pardon , bir şey sorabilirim miyim?"... Ben kıyafetler ile ilgili soru beklerken karşımdaki bana "Siz o pastacısınız, değil mi?" sorusunu sordu. Gülümsedim, utandım ve "Evet" dedim. Şimdi bu noktada da araya girerek bir içe ve geçmişe yolculuk yapacağız beraber. "Pasta Atolyesi" programı başladığında sizden gelen çok güzel mailler oldu. Yakın çevrem ve bu maillerin bir kısmında "Neden bize haber vermedin?" şeklinde hafif bir sitem vardı. İşte bendeki problem burdaydı. Program ile ilgili görüşmeler yaklaşık 3 hafta sürdü. Bu süre zarfında kanalın bana sağladığı sadece yönetmen, stüdyo ortamı ve kameralardı. Sponsor bulma işi de bende olduğu için çok ciddi bir yoğunluk yaşandı. Hatta çekime 2 gün kala en önemli sponsorlardan olan mutfağın hala gelmemiş olması ve telefonlarıma çıkmaması ayrı bir sinir bozukluğu yaşatarak "Tamam bu iş buraya kadar..." dedirtti. 10 günlük süre zarfında yaklaşık 11 maket pastanın yapımı da hesaba katarsak, beynimdeki gri hücrelerin iflasına yaklaşmıştık. Fragman gösterilmesine rağmen olumsuzluklar içinde iş yürürmeye çalıştığı için açıkcası bu haberi kimseyle paylaşamadım. Mahçup olmak vardı. Ya olmazsa... Ya çekilmezse... Burda biraz empati yapmak sanırım olayı toparlayacak. Ve gelinen son aşamada 13 programın toplamını 3 günde çekip tamamladık. Yönetmenimiz Zeman'ın ve Işıl'ın emekleri ile güzel bir iş çıktı.. Bir de yanımda olan meleğimi unutmamak lazım. 06 Ekim'de son bölümü yayınlandı. Açıkcası tekrarı ve devamı olacak mı şu anda belli değil. Kanal ile görüşmeler devam ediyor. Haberi geldiğinde bu sefer mahçupluk yapmadan hemen duyurusunu yapacağım... Tekrar Pınar'a dönüyorum. Karşımda şeker birşey vardı. Heyecanlıydı, hemen şeker hamuru (fondant) olayına girdik. Almanya'da yaşadığı için sadece gliserin konusunda bir sıkıntı yaşamış. Didim'de alıp yanında götürecek. Ben İstanbul, O Almanya derken Didim'de buluştuk. Hoş bir kader...

Şimdi soruyorum size; Dışarda bardaktan boşanırcasına bir yağmur var. Ve 2,5 yaşındaki oğlunuz dışarı çıkmak istiyor. Yağmurda gezmek istiyormuş. Hem de bunu sırıtarak istiyor. Başına ne geleceğini ve ne kadar ıslanacağını bilerek. Ne yapardınız? ve ben ne yaptım?....
Üstte bir tshirt, altta kot pantalon...
Dino geldi, ayakkabılar giyildi...
Gemiyi terk eden insanlar misali ev terk edildi...
Şiddetini arttıran yağmurda, balkonlarda şaşkın bakışlar içinde seyreden insanlar eşliğinde...
Kahkahalar içinde koşulur...
Keşke fotoğraf makinamı unutmamış olsaydım...

Bebiye baktığımda ona bu özgürlüğü vermiş olduğumuz için kendime teşekkür ettim. Üstünü kirletmesini istemediğimizde dönüp te "Ama kirletmek güzeldir anne..." cevabını vererek reklama gönderme yapan çocuklardan bir tanesine sahip olmak keyifli... Sınırları içinde sınırsızca yaşamak şu anda ona verebileceğimiz bir hediye. Kimilerine göre sorumsuzca olarak nitelendirilen tarzımızın, açıkcası Bebi'yi tanıyan ve onunla beraber olan insanların yüzündeki gülümsemeleri gördüğümde yanlış olmadığını düşünüyorum. Evet, bence de kirlenmek güzel...

2 gün sonra gene yollarda olacağız. Benim için farklı bir yer... Bu sefer fotoğraf makinası kapının önünde. Unutmamak lazım. Hayırlısı ile gidelim ve dönelim diyorum. Şimdilik biraz site için, biraz da Bebi için yapılan kurabiye ile huzurlarınızdan ayrılıyorum. Sevgilerimle,


Çikolatalı Çatlak Kurabiye:
30 adet
Hazırlanma süresi: 25 dk
Pişme süresi: 15 dk
Servis süresi: 30 dk

Gerekli Malzemeler:
  • 100gr/ 1 su bardağı bitter kuvertur çikolata (doğranmış)
  • 80gr / 3 yemek kaşığı tereyağ
  • 1cup / 220gr / 1 su bardağı toz şeker
  • 1 yumurta (oda sıcaklığında)
  • 1cup / 150gr / 1 su bardağı un
  • 2 tablespoons / 2 yemek kaşığı kakao
  • 1/4 teaspoon / 1 çay kaşığı karbonat
  • 1/4 cup / 40gr / 1/2 su bardağı pudra şekeri

Çikolata ve tereyağ benmari usulü ocakta karıştırılarak eritilir. Diğer tarafta şeker, un, yumurta, kakao ve soda karbonat mikser ile çırpılır. Eritilmiş karışım bunun içine azar azar ilave edilir. Kaba yapışmayacak bir hamur elde edene kadar karıştırılır. Hazır olduğunda buzdolabında 15 dk dinlendirilir. Bu sırada fırın 160 derecede ön ısıtma yapılır. Soğumuş olan hamur buzdolabından çıkarılır. Ceviz büyüklüğünde toplar hazırlanır. Pudra şekeri olan bir kasede her tarafı iyice şeker ile kaplanana kadar yuvarlanır. Yağlı kağıt kaplı tepsiye aralıklı olarak (Pişerken yayılacaktır.) yerleştirilir. Ön ısıtma yapılmış fırında 15 dk pişirilir. Piştikten sonra soğuması için ızgaraya alınır. Afiyet olsun...

(Saat: 21.30 itibariyle not: Uğur Can, Merve Genç ve sevgili Yasemin'e hatırlatma ve düzeltme için teşekkürler...)


Devamını okuyun...(Read more...)>>