30 Temmuz 2011 Cumartesi

...

Yazı yazamadım...



İstedim, çaba sarfettim. Olmadı. Akışına bıraktım. Taşınmaya karar verdim. Topladım pılımı pırtımı, hepsini koliye koydum, sıkıca bantladım. Bantlama konusunda abarttım, biraz zaman aldı. İlgili yere teslim ettim. Koliyi açarken bana saygılarını sunduklarından eminim. Hiç de yabana atılmayacak bir sabır ile tek tek uğraştılar. Artık son toparlanmalar. Her şey yerli yerinde mi kontrolleri...

Yeni adres: http://www.pecetedennotlar.com/


Devamını okuyun...(Read more...)>>

10 Ocak 2011 Pazartesi

Kısacık...

Bir süre önce sorgulamaktan vazgeçtim. Olduğu gibi kabullenmek ve şükran duymak adına kendimi eğitmek çabası içindeyim. Sonra farkettim ki ya geçmişe bakıyorum ya da geleceğe. Oysa yönler sadece onlar değil. Sağ ve sol da var. Küçük, çekirdek bir aileyiz. Bizi tamamalayan, büyümemizde farkında olmadan etkisi olan, bu iki yanımızda yer alanlar. Bir dolu isim var... Kimisi ile kan bağı, kimisi ile arkadaşlık, dostluk bağı var. Tek tek yazmak istedim... Üşengeçlik ettim. Bazı isimleri atlarım korkusu yaşadım. Bu satırları okuyanlara teşekkür etmek istiyorum. Peçete'nin çıktığı yolda bir çok şey paylaştık. Mutluluklar, acılar ve umutlar... Veda yazısı gibi geldi, di mi? Veda değil... Sadece tazelenme zamanı geldi. 2011 yılının getireceği tazeliklere açılan bir kucak olarak düşünün. O kucağı dolduracak duygular,reçeteler ve diğerleri için bir süreliğine izin almam gerekiyor. Peçete'nin tazelenmesi için gerekli bir süre. Yeniliklere hazırlanması için gereken bir süre... Benim hayalim sade ama renkli, eğlenceli bir değişim. Umarım en kısa sürede sizlerle tanışmaya hazır olacak... O güne kadar birazcık ama birazcık müsade...

Sevgiler ve saygılar,

Benim küçük ailem; aslında kocamansınız. Teşekkür ederim...

a little family...


Not: Handem, fotoğraf için kucak dolusu sevgiler...


Devamını okuyun...(Read more...)>>

2 Ocak 2011 Pazar

Kırmızı Oje...

Hayrandım. Ayran budalası gibi bakardım kırmızı ojeli ellerine. İnce, uzun ve bakımlı. "Senin de ellerin öyle..." derdin bana ama uzaktan yakından alakası yoktu. Hiç bulaştırmadan sürerdin o kırmızı ojeyi. Şifonyerin üstünde duran ojeyi, sana söylemeden alırdım. Sürerdim, silerdim ve tekrar sürerdim. Olmazdı seninki gibi... Kızardım kendime. İnat ederdim, olmazdı gene. Artık parmaklarım oje kalıntısından kıpkırmızı olurdu. Anlardın. "İnatçılığını benden almışsın." derdin. Seni ve beni tanıyan herkes aynı şeyi söylerdi. Sana çekmişim. Gururlanırdım. Evet, ben ona çekmişim. Gazetecilik okumak istedim, sırf sana çekmiş olmak için. Olmadı. Vosvos'ları çok severdim. Çünkü senin Fifi'n vardı. Az gezmedik onla. Arka camına yatmayı severdim. Arada sırada izin verirdin. İlk o terketti bizi. Sattın onu. Sen de üzüldün satarken, biliyorum. Bir de angora kazakların vardı. Yumuşacık. Giydiğinde; sebepsiz yanına gelir, yamacına yerleşirdim. Gülerek sevdirirdin kendini bana...
Ayvalığa gitmiştik. Sen, ben, babaanne... Çok rüzgar alırdı balkon. Kızardın deli esen rüzgara... "Ferfer, ya rüzgar esmezse. Ne yaparız bu sıcakta?" derdim. "Sen de haklısın" derdin. İlk bana hak verişindi. Her evden çıkışımızda, ne zaman evimize döneceğiz diye birimize bakar, kahkahalar atardık. "Sen de benim gibisin, evini özlüyorsun." dedin hep o kahkalar arasında. Sana çekmişim işte, daha ne diyebilirim ki!
Fifi'den sonra kırmızı oje terk etti bizi. Sevmiyordun artık ellerini. Ben ise hala aynı inatta hayrandım. "Aman be kızım, kalmadı eski halinden bir eser..." cümlesine benden gelen cevap:" Sana öyle geliyor..."
Bakmıyordun ki benim gözümle...
Sonra Ankara terk etti bizi. İzmir'de balkon sefası uğruna. Karşılıklı kahve içeriz dedik birbirimize. Bir kere içebildik. Tahmin et ne oldu? O da terk etti. Sen içmeyince ben de içmedim. İçim istemedi. Telefonda "Küçüğü getir bana..." ve yanındaydık cümbür cemaat. Keyiflenmiştin. Büyüğü ise her zaman ki basiretliğinle zapta rapta almaya çalıştın. Basiretir dedik, ne yapsa yeridir dedik gülerek...
Çarşamba günü sabah Berna'yı sürükledim Akmerkez'e. Oje alacağım dedim. "Kızım, gözünü oje ile mi açtın?" dedi gülerek. Kriz gelmişti. Standın önünde, tezgahtar kızın şaşkın bakışları altında bir dolu oje aldım kendime. Berna, "Süreceksin di mi?" dedi. "Evet, hem de her gün.." dedim. Koşarak eve geldim. Kırmızı oje sürdüm...
Garip bir telefon diyalogları ve 31 Aralık 2010 tarihli İzmir'e alınan gidiş- dönüş uçak bileti. O hırsla çıkardım kırmızı ojeyi tırnağımdan. Kızgındım. Pazartesi günü cep telefonuna küçüğün 1.yaş doğumgünü fotoğrafını gönderdim. Ulaşmamış. Sövdüm telefona. "Şaka gibi..." dedim herkese. İnatla "gibi" yi çıkarmaya çalıştım cümleden. Olmadı... Papatya severdin. Gelen çiçekler içinden aldım papatyaları, sana verdim...
Ellerini düşünerek hala "gibi" yi çıkarmaya çalışıyorum cümleden...
İnatçıyım bilirsin... Sana çekmişim, ne diyebilirim ki...


Devamını okuyun...(Read more...)>>