2 Ocak 2011 Pazar

Kırmızı Oje...

Hayrandım. Ayran budalası gibi bakardım kırmızı ojeli ellerine. İnce, uzun ve bakımlı. "Senin de ellerin öyle..." derdin bana ama uzaktan yakından alakası yoktu. Hiç bulaştırmadan sürerdin o kırmızı ojeyi. Şifonyerin üstünde duran ojeyi, sana söylemeden alırdım. Sürerdim, silerdim ve tekrar sürerdim. Olmazdı seninki gibi... Kızardım kendime. İnat ederdim, olmazdı gene. Artık parmaklarım oje kalıntısından kıpkırmızı olurdu. Anlardın. "İnatçılığını benden almışsın." derdin. Seni ve beni tanıyan herkes aynı şeyi söylerdi. Sana çekmişim. Gururlanırdım. Evet, ben ona çekmişim. Gazetecilik okumak istedim, sırf sana çekmiş olmak için. Olmadı. Vosvos'ları çok severdim. Çünkü senin Fifi'n vardı. Az gezmedik onla. Arka camına yatmayı severdim. Arada sırada izin verirdin. İlk o terketti bizi. Sattın onu. Sen de üzüldün satarken, biliyorum. Bir de angora kazakların vardı. Yumuşacık. Giydiğinde; sebepsiz yanına gelir, yamacına yerleşirdim. Gülerek sevdirirdin kendini bana...
Ayvalığa gitmiştik. Sen, ben, babaanne... Çok rüzgar alırdı balkon. Kızardın deli esen rüzgara... "Ferfer, ya rüzgar esmezse. Ne yaparız bu sıcakta?" derdim. "Sen de haklısın" derdin. İlk bana hak verişindi. Her evden çıkışımızda, ne zaman evimize döneceğiz diye birimize bakar, kahkahalar atardık. "Sen de benim gibisin, evini özlüyorsun." dedin hep o kahkalar arasında. Sana çekmişim işte, daha ne diyebilirim ki!
Fifi'den sonra kırmızı oje terk etti bizi. Sevmiyordun artık ellerini. Ben ise hala aynı inatta hayrandım. "Aman be kızım, kalmadı eski halinden bir eser..." cümlesine benden gelen cevap:" Sana öyle geliyor..."
Bakmıyordun ki benim gözümle...
Sonra Ankara terk etti bizi. İzmir'de balkon sefası uğruna. Karşılıklı kahve içeriz dedik birbirimize. Bir kere içebildik. Tahmin et ne oldu? O da terk etti. Sen içmeyince ben de içmedim. İçim istemedi. Telefonda "Küçüğü getir bana..." ve yanındaydık cümbür cemaat. Keyiflenmiştin. Büyüğü ise her zaman ki basiretliğinle zapta rapta almaya çalıştın. Basiretir dedik, ne yapsa yeridir dedik gülerek...
Çarşamba günü sabah Berna'yı sürükledim Akmerkez'e. Oje alacağım dedim. "Kızım, gözünü oje ile mi açtın?" dedi gülerek. Kriz gelmişti. Standın önünde, tezgahtar kızın şaşkın bakışları altında bir dolu oje aldım kendime. Berna, "Süreceksin di mi?" dedi. "Evet, hem de her gün.." dedim. Koşarak eve geldim. Kırmızı oje sürdüm...
Garip bir telefon diyalogları ve 31 Aralık 2010 tarihli İzmir'e alınan gidiş- dönüş uçak bileti. O hırsla çıkardım kırmızı ojeyi tırnağımdan. Kızgındım. Pazartesi günü cep telefonuna küçüğün 1.yaş doğumgünü fotoğrafını gönderdim. Ulaşmamış. Sövdüm telefona. "Şaka gibi..." dedim herkese. İnatla "gibi" yi çıkarmaya çalıştım cümleden. Olmadı... Papatya severdin. Gelen çiçekler içinden aldım papatyaları, sana verdim...
Ellerini düşünerek hala "gibi" yi çıkarmaya çalışıyorum cümleden...
İnatçıyım bilirsin... Sana çekmişim, ne diyebilirim ki...