28 Mayıs 2007 Pazartesi

Regllim Geldi!!!

Valla kimse kusura bakmasın başlık için. Ama bu sefer ciddi sendrom yaşıyorum ve anlatmazsam çatlarım. Bu kadar mı hormonlar delirir arkadaşlar, bu kadar mı kişilik sapıtır! Gören der ki : "Dolunay ve kurtadam durumları mı var?" Cumartesi sabahın 6'sı itibariyle mutfağa girip tarifler arasında boğulup hepsini yapmaya karar verdim. Bu arada Bebi ve Dino, kucak kucağa gelip annenin durumunu görünce "yaklaşmayalım,patlar" şeklinde parmak uçlarında aramızdan ayrıldılar. İlk önce Gül'ün "Hardallı Tuzlu Kurabiyesi" ni yaptım. Bir de tarife (çok zekiyim ya!!) hardal tozu ekledim. (Önemli uyarı: Sakın tarifi değiştirmeyin.) Bazen böyle oluyorum, beğenilen tarifte gidiyorum birşeyi değiştiriveriyorum. İç ses: Kızım manyak mısın, zaten tarif geçer not almış, ne diye birşeyler ekleyip çıkarıyorsun?... Bu iç sesimin de bir ara icabına bakılacak. Bazen çok konuşuyor. Gerekli yerde de sesi çıkmıyor. Neyse çok başarılı olmamakla beraber idare eder not aldık. Tabi bu arada "Gelecek tarif" kısmındaki tarçınlı ruloları yapmak için mayalı hamur yoğurdum. Ilık suda maya eritecekken, gittim kaynar suda erittim. Aman bu kadarı kadı kızında da olur şeklinde olaya bakış attırdım ama hamur kabarmadı. Ben de beklemeye karar verdim. Ama Allah boş duranı sevmez, hemen browni tarifiyle minik muffinler yapmak istedim. Aaaaa, bunlar ortadan sönüverdiler... Yapacak birşey yok. Devam Peçetem... Hep ileri... Arkana sakın bakma... Bu arada Bebi anneye koşar adım yardıma geldi derken meğersem oğlan benim tencere yerleştirme şeklimi beğenmiyormuş. Yavrum benim, hiç de bu zamana kadar sesini çıkarmamış. Ben bir ara yardım edeyim dedim de herif elinin tersiyle beni itti. Kendince kapları iç içe yerleştirdi ve gitti. Bu arada mayalı hamur 12 saat 37dk sonra kabarmıştı. Tarifin hepsini okumazsan ve böyle cengaver gibi atlarsan ortada kalırsın... Ben bunları SOSA MI YATIRACAĞIMMM???!!! Bir de ERTASİ SABAH MI PİŞİRECEĞİMMM??? Valla yaptım, ve gayet sakin bir şekilde... Dino hala sabırla bana bakıyordu ve geldi " Canım, sabah kahvaltısı ben hazırlayacağım " dedi. Ben malum dönemdeyim ya canımın içi bana yardım etmek istiyor, ben oyuncağım elimden alınmış gibi bakıyorum. Neyse bu sayede biraz mutfaktan uzaklaşmak iyi geldi. Silkelendim ve kendime geldim. Yemek yapmaktan çok büyük zevk alıyorum. Ama bu dönemde içimde inanılmaz bir sinir büyümesi yaşanıyor. Alınganlık had safhada oluyor. Doğru yere kanalize etmek adına yemek yapmaya sardırıyorum. Tek tarif yetmiyor. Böyle 3-5 tane yapmalıyım. O zaman bir miktar sakinleşiyorum. Bazen de hayata küsüyorum. Sebepsiz bir mutsuzluk ve isteksizlik içinde oluyorum. Yapılan araştırmalara göre kadınların intihar eğilimleri,depresyon sorunları, terketme istekleri, vb. gibi olumsuzluklar bu dönemde tavan yapıyormuş. Ve sanırım A.B.D.' de cinayet davalarında kadınların regl dönemleri hafifletici suç unsuru olarak kabul ediliyormuş. Yani aslında basit bir olay değil vucudumuzda yaşanan. Saçınızdan ayak tırnağınıza kadar fiziksel ve aynı zamanda ruhsal olarak etkileniyoruz. Bazıları da bu dönemi çok kolay atlatır. Var mı yok mu belli değildir. O kadınları her zaman kıskanmışımdır. Neyse kahvaltıdan sonra kendimizi dışarı attık. Biraz dolaşıp eve geldik ve ben bu sefer büyük brownie yapmaya karar verdim. Tabi ki o da istenilen başarıya ulaşmadı. Kısacası bir cumartesi günü, regl sendromuna kurban olarak verildi...


Devamını okuyun...(Read more...)>>

27 Mayıs 2007 Pazar

Bir Buluşma...

Takip edenler bilirler, sevgili Esra ile bir görüşme ayarlayarak bebileri biraraya getirmeye karar vermiştik. Fakat benim kanal tedavisi olmayan çalışan ve daha sonra "Ben sıkıldım buralardan. Her taraf karanlık, gün ışığı görmek istiyorum" diyerek bizlere veda eden dişim yüzünden biraraya gelememiştik. Aradan geçen süreden sonra güç bela tarihleri de denk getirerek en sonunda kavuşmaya karar verdik. Verdik ama ben karşı tarafı az buçuk bilirim ve tahmin edin Esra nerde oturuyor?! Karşıdaa!!! İtiraf ediyorum Esra'ya da durumu çaktırmadan adres alarak acaip bilgiç havalarda direksiyona geçtim. Bir noktaya kadar çok başarılı geldim. Sizi bilmiyorum ama ben bilmediğim adrese doğru yol alırken hep sağdan, mümkünse 60km hızla gidiyorum. 3-5 korna sesi ile nedense bana el sallayan insanlar (Herhal çok şirinim!!) yanımdan geçerken Esra'nın söylediği ama aslında o olmayan yol ayrımına geldim. Şimdi anlamayanlar için anlatıyorum: Biri size yol tarif ederken " Çankaya-Kavaklıdere" levhasından içeri gireceksin der ama siz yolda ilk gördüğünüz "Kavaklıdere" levhasından saparsanız ve gideceğiniz yer Çankaya tarafına daha yakınsa " Hayydaaa??!!!" der misiniz veya deme niyetinde olur musunuz? Ben de yaşanan durum, aynen bu durumdu. Ama yer Ankara değil İstanbul. Durum trajik vakaa olma yolunda ilerlerken, bir sitenin hayırsever ve sevimli güvenlik görevlisi bana yardımcı olarak yolu tarif etti. Bu sefer doğru yerden dönerek Esra'cığıma kavuşmama ramak kalmışken, karşımda bir yol ayrımı... Valla bu kısım adres tarifinde yazmıyor Esra. "İçgüdülerine güven" demiş büyüklerimiz ama galiba benim büyüğüm bunu söylerken "Mantıklı düşün kızım!" demeyi unutmuş. Kız bana diyor ki yokuş çıkacaksın, ben gidiyorum düz yolda... İşin tam salaklığı, arkama dönüyorum, bakıyorum: yokuş yukarı çıkan bir yol var ve ben hala ters yönde gidiyorum. Neyse gene hayırsever vatandaş tarzında yardım aldıktan sonra doğru yola girdim, yokuş yukarı çıktım ve göbekten döndüm. Site karşımda duruyor. Bir de benle dalga geçer gibi koca koca bloklar halinde. Neyse güvenlikten geçtim. Arabayı park ettim. Daireyi buldum. Veee... Şimdi burda bir "es" veriyorum. Bloglar vasıtası ile tanışıp, buluştuğumuya karar verdiğimiz zaman benim mideme kraplar giriyor heyecandan. Çünkü açıkcası yazılardan ve mesajlardan ben gözümün önüne belli bir imaj çiziveriyorum. Yaşadığım heyecan "Doğru tahmin etmiş miyim veya doğru tanımış mıyım?" heyecanı... "Acaba beni nasıl bulacak?" heyecanı... Bu heyecanın ilkini Özlem'de yaşamıştım. Umarım bu heyecanı sık sık ve çoğalarak yaşarım ve yaşarız... Şimdi kaldığımız yerden devam ediyorum. Arkadaşlar bunu söylemek zorundayım: Esra, çok güzel bir hatun...Tarzı olan güzellikte. Ve hemen arkasından karşımda şirincik birisi geldi. Böyle alıp kucaklamak isteyeceğiniz tarza birisi. Selda... Selda'nın ben de yeri çok ayrıdır. Biraz geç hatırlamakla ayıp ettim ama kafa o kadar meşgul ki... Selda benim tariflerimi yapan ilk arkadaşım. Hatta bu durumu Dino benden daha iyi bilir, çünkü Selda'nın o sayfasını gözüne sokmuştum. Her ikisi birbirlerini "Bebek Kokusu"ndan tanıyorlardı. Bu ikilinin sohbetlerine tanık olmak, o güzel kadının yaptıklarının lezzetine doymak ve benim bıdı bıdılarıma gülümseyerek katlanmalarına tanık olmak çok ama çok mutluluk vericiydi. Hele ki İlke dünyaya bedeldi. Kesinlikle en kısa zamanda Bebi ile biraraya gelmeliler. Artık sizle nasıl resimler paylaşıyoruz bilemiyorum. Bu arada fark ettim ki benim kem kaderim ,kara talihimde olan;Esra'nın yaptıklarının hepsini yiyemiyorum. Geçen sefer hiçbirini yiyememiştim, bu sefer de gelen telefonla erken kalkmam gerektiği için pastayı yiyemedim. Allahım neden yaa??!!! Neyse artık bir sonrakine diyelim. Dönüş yolum artık o bölgenin uzmanı (!) olduğum için daha kolay oldu. Köprü yolunda o yağ gibi giden trafikte keşke dedim pastayı yüzsüzlük içinde yanıma alsaydım. Fren ve gaz pedallarına basmaktan ayağım bir süre sonra kendini kaybetti. Bu trafik nereye kadar gider? Sonucu ne olur? Bir gün yollar çöker mi? gibi sorular içinde İzmir'i hayal ettim... Ahh İzmir ahh!!!



Peçete'den notlar:


  1. Selda'nın sakin görüntüsünün altında her türlü munzır işe açık olduğunu tahmin ediyorum. İmkanlar ve şartlar dahilinde "yap" deyin, kafasına yatarsa yapacak tarza bir insan. Bir de oldukça gözlemci olduğunu farkettim. Konuşmaktan ziyade dinlemeyi sevenlerden gibi geldi. Selda'ya not: Senden izin almak konusunda sana sormayı unuttuğum için resmin bende gizli... Arzu ettiğin takdirde büyük bir mutlulukla yayınlamak isterim.


  2. Esra; İnanılmaz sohbetler yapacağınız, oldukça dolu bir insan. Hatta onla bu sohbetleri yaşadıktan sonra bu insan neden mutfakta yemek yapıyor, gitsin kariyer yapsın diye düşünebilirsiniz. Ama o hem kariyer hem de çocuk yapacak tarzda... Ve hatta tek taşını da kendi alır... Esra'ya not: Bacım sen resmini sitede yayınladığın için ben de dünya aleme seni gösteriyorum. Tekrar ve tekrar teşekkürler...


Devamını okuyun...(Read more...)>>

Tarif İstiyorum!!!

Esra, Esraaaa; sesim geliyor mu? Resim benden, tarif senden. Hadi gari... Bir buluşmanın traji (!) komik hikayesi de yakında yayında...



Devamını okuyun...(Read more...)>>

26 Mayıs 2007 Cumartesi

Sıcacık Koydum Adını...

Onun adını sıcacık koydum... Sıcacık hem de fırından yeni çıkmış taze ekmek gibi... O sıcaklığın bir de kokusu vardır. O koku ile tanıştığınızda ve içine çektiğinizde göğüs kafesinizde minik kuşlar kanat çırpıverirler. Onun sohbeti, ekmeğin kokusu gibi... Bir acele sana gelir ve ordan havada uçuşarak hemen başkalarının yanına koşar. Asla bencil değildir. Kendine saklamaz. İster ki bu güzellikler herkese gitsin... Şu anda kendi dünyasında bir koşturmanın içinde... İnanılmaz güçlü ve dimdik ayakta...Gelecek biliyorum, ben çayımı koydum, peynir ve zeytin de tamam... O; bütün sıcaklığı, içtenliği, yumuş yumuş hali ile gelecek biliyorum...
İyi ki doğdun Işıl'cığım, geçmişini paylaşamadım ama bugününü ve geleceğini yaşarken ihtiyacın olduğu anda yanında olmak isterim... Çok güzel günler bizi bekliyor, sadece kapıyı açacağız ve sıcacık, güzel kokulu ekmeğimizi içeri alacağız... Ve bir gün fırın kokusu her tarafımızı kaplayacak... Nice mutlu, keyifli senelere...


Devamını okuyun...(Read more...)>>

22 Mayıs 2007 Salı

...

"Küçük bir öykü bu..."
Canı sigara istiyordu. Elinde kahvesi, tabloların ve hesapların içine gömülmüş bir vaziyette canı feci sigara istiyordu. Sakin olmalıydı... Sakin ve dingin... Zuhal Olcay'ın sesi ile bir anda ortalık sessizleşti. Kadının sesindeki tını onu karamsarlığından çekip aldı. Tapardı ona. Hep takdir etmişti. Hatta kendine örnek almıştı. Başarılı, inatçı ve savaşçı... Kolay değil bir hayalin peşinden gidiyordu. İnatçı ve savaşçı olmalıydı. Başarıya zaten inanmıştı. Hem de deli cesareti ile inanmıştı. Başaracaktı ve inandıracaktı. Nedense en sevdikleri "acaba" ile olaya yaklaşıyordu. "Acaba olur mu?", "Acaba doğru mu yapıyordu?" ... Sonuçta üstüne giydirilmiş bir sürü rol vardı. Bir eş; düzenliyici, sezdirmeden idare eden, sabırlı ve sıkıntılarını hep yarına erteleyen... Bir anne; sevgi dolu, öğreten ve büyüten, sağlığından ve gelişimden sorumlu. Ne yapacaktı? Bir tarafta hayali, diğer tarafta sorumlulukları. Hayalin peşinden giderse vazgeçebilecekleri acaba bu hayaline değer miydi? Gider tablolarına bakarken bir kere daha gözyaşlarına boğuldu. Başaramıyacaktı... Gözyaşını sildi. Soğuk su ile yüzünü yıkadı. Derin bir nefes aldı. Neden olmasın? Denemeliydi...


Sizce?


Devamını okuyun...(Read more...)>>

Karışığım Karışık!!!

Bu aralar karıştım. Yazılarım da karıştı. Anlatmaya çalıştığım şeyleri anlatamıyorum diye düşünüyorum. Anlamlar birbirinin içine girdi. Yazı yazmak isteyip beceremiyorum. Karar verdim, aynı anda 3-5 iş bana fazla geliyor. Tarif işine biraz ara verip düz yazılar yazmak istiyorum bu aralar. Elimde bir hikaye var. Bunu mutlaka paylaşmalıyım. Giriş ve gelişmesini sizlerle paylaşıp sonunu size bırakmak istiyorum. Umarım beğenirsiniz.

Bu arada hikayenin hazırlıkları devam ederken bir doğumgünü, bir Kore ziyaretçisi durumları yaşandı. Sevgili Yamac'ın doğumgünü için resimli kurabiye ve bir adet "Spiderman" pastası istendi. Resimli kurabiyelerde herhangi bir sorun yaşanmadı ama pasta için aynı şeyleri söyleyemiyeceğim. Modellemeyi bir gün önceden yapmıştım. Karar verme süreci biraz sorunluydu. Ayakta yapayım dedim, olmadı. Sevgili Ülviye ve Burcu'nun sitelerinde sürünen "Spiderman" i görünce "tamam" dedim. Zavallı kahraman sürünmeye devam ederek bana kadar geldi. Bir türlü ayağa kalkamadı yaa, ona yanarım. Yapacak bir şey yok. Koskocaman "Spiderman" ... Sürünürde, zıplarda, hoplarda... Cumartesi günü de pastayı hazırladım. Akşam montaj yaparken sürünen Örümcek Adam elimde kaldı. Sağ elimde bacaklarını, sol elimde gövdesini tutuyordum. Kafa ise masa üstüne atladı... Aaaa deli mi ne!!! Üstüme iyilik sağlık. Neyse her Örümcek adamın başına gelir bakışları içinde bir tane daha hazırladım. Pastaya monte ettim. Ağlar ile süsledim... Bir gariplik var. Allah allah... Yok bacım, bu Örümcek Adam bunalıma girmiş sürünmekten. Bir de adamcağızın kolları kısalmış mı?!! Yazık... Bu düşünceler içinde ve Dinonun şaşkın bakışları, Bebi'nin alkışları içinde teslim ettim. Kendilerinden bir daha haber alınmadı. Sanırım hala sürünmeye devam ediyor...
Haftasonu Dino'nun çekik gözlüleri Kore'den geldi. İçlerinden bir tanesi ile güzel bir dostluğu var. Fotoğraflı kurabiyelerden süpriz bir sepet hazırlayalım istedi ve hatta "ha gayret" şeklinde destek (!) verdi. (Sakın kimse bir şey demesin. Bu aralar biraz gıcığım kendisine!!!) Özellikle bebekleri ile ilgili kurabiyeleri hazırlarken suratım nedense öpücük gönderme şeklinde idi... Bunların bebekleri acaip sevimli oluyor yaa... Teslimatta pek bir şaşırmış ve mutlu olmuş. Umarım kazasız belasız Kore'ye ulaşmıştır diye düşünüyorum.


Bu gece hikayemiz başlıyor... Hadi hayırlı olsun...


Devamını okuyun...(Read more...)>>

15 Mayıs 2007 Salı

Şeker Kurabiyeler

Migren ve diş ağrısı... Canıma can katan iki ağrıdır. İkisi de habersiz geliyor ama nedense ısrarlı bir misafir şeklinde bırakıp gitme konusunda sıkı bir tereddüt yaşıyorlar. Hadi migrende kriz anından önce ağrı kesici almak veya sakin, karanlık ve sessiz bir ortamda olmak durumu toparlıyor ama diş ağrısında artık bir noktadan sonra beyindeki gri hücrelerinize birşeyler oluyor. İşte ağrılı geçen bir gece ve sabah. Dişime kanal tedavisi başlayalı 10 gün olmuştu ve zorunlu olarak antibiyotik kullanıyordum. Aldığım ağrı kesiciler fayda etmiyordu. Ters bir durum vardı. Bu arada küçüğüm bir operasyon geçirecekti. Ve sabah ona ayıcıklı bir pasta hazırlayacaktım. Nedense bu fikir "Diş ağrısı" nın hiç hoşuna gitmedi. Daha çok ağrımaya başladı. Kıskandı mı ne?! Hemen vazgeçtim ve kurabiye yapmaya karar verdim. Bu arada gelen telefonda operasyonun çok iyi geçtiğini ve küçüğümün iyi olduğunu öğrendim. Diş ağrısını beynimin arka tarafında bir yerlere gönderdim ve işe koyuldum.




Şeker Kurabiyeler
















25-30 adet
Hazırlanma süresi: 35 dk
Pişme süresi: 15-20 dk
Servis süresi: 2 saat
Gerekli malzemeler:
  • 220gr tereyağ
  • 400 gr un
  • 1 adet yumurta
  • 3/4 çay kaşığı kabartma tozu
  • 1/4 çay kaşığı tuz
  • 1 çorba kaşığı süt
  • 1 çay kaşığı vanilya ekstresi veya 1 poşet şekerli vanilya

Fırın 170 derecede ön ısıtma yapılır. Tereyağ ile pudra şekeri iyice krema kıvamına gelecek şekilde karıştırılır. Daha sonra yumurta, vanilya ve süt eklenir. En son olarak elenmiş un, kabartma tozu ve tuz eklenir. İyice yoğurulan hamur yaklaşık yarım santim kalınlığında açılır ve arzu edilen kalıplarla kesilir. Yağlı kağıt kaplı tepside , üzerleri hafif renk değiştirinceye kadar pişirilir. Piştikten sonra soğutmak üzere fırından çıkarılır. Soğuduktan sonra üzerlerine çok ince olacak şekilde bal sürülerek aynı kalıpla kesilmiş şeker hamuru yerleştirilir ve üzerine çiçek süslemesi yapılır. Afiyet olsun.



Peçete'den notlar:

  1. İnce bal tabakasını parmağınızı kullanarak sürebilirsiniz. Çok iyi sonuç veriyor. Hem incecik oluyor hem de şeker hamuru tabakasını güzel bir şekilde tutuyor.
  2. Tarif için Gelincik Burcu'ya ve şeker hamuru için de Berna'ya çok teşekkür ederim. Her ikisi için gelen tepkiler çok ama çok olumluydu.
  3. Kurabiyeler teslim edildikten sonra diş ağrım ani bir dönüş yaptı ve sonuçta kendisiyle vedalaşmak durumunda kaldım.


Devamını okuyun...(Read more...)>>

14 Mayıs 2007 Pazartesi

Günlerin Ardından...

Yazdım, yazacağım derken, çokkk gün geçmiş... Esra ile buluşmamıza engel olan dişimi biraz zor da olsa terk ettim. Küçüğümün başından geçen, ufak operasyonun başarılı sonuçlarına tanıklık ettim. Dada'nın babası "Beyaz Avcı" ya fotoroman ile ilgili bir dolu açıklama yaptım ve yeni fotoromanı hazırladım. Şeker kurabiyelerin de tarifini unutmadım. Araya onu da sıkıştırdım. Bebi'nin çıkmaya karar veren ama nedense son anda vazgeçip benim sabrımı sınayan 3 dişi ile inatlaştım. Araya bir de ishal durumu sokuşturuldu. Dino ile 2.5 kez tartışıp 11 defa "Neden sen hep son cümleyi söylüyorsun?" şeklinde varolduğumu kanıtlayıcı cümleler kurdum. Babamın ve annemin gelmesi ile ortalığa yayılan buram buram heyecanları yatıştırdım. Ferfer'imin gelmesine çok sevindim. Ve bir hikaye yazdım...
Sizi özlediğimi söylemiş miydim?!


Devamını okuyun...(Read more...)>>